Ebu Bekr (Ra) 3
Ebu Bekr (Ra) 3
Ebû Bekir (ra) Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm’a kazandırmaya çalıştı, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullandı. Bilal, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmi Ubeys bunlardandır. Kendisi de Mescid-i Haram’da Resulullah (sav) ı müşriklerin saldırısından korumaya çalışınca, müşrikler tarafından linç edilmiş üç gün sonra ancak kendisine gelebilmişti. Bundan sonra da Resulullah (sav) ı selamette görmedikçe yiyip içmemişti.
Ebû Bekir, iman ettikten sonra İslâm’ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ümmi Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah, Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Osman b. Affan, Sa’d bin Ebî Vakkas, Abdurrahman bin Avf, Zübeyr bin Avvâm, Talha bin Ubeydullah gibi ilk Müslümanları İslâm’a davet eden odur. (Rıdvanullahi aleyhim ecmeîn)
Müşriklerin eziyetleri çoğalıp Müslümanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir’e de Habeşistan’a göç etmesini söylemiş ve Ebû Bekir yola çıkmış; ancak Berkü’l-Gimâd’da Mekke’nin ileri gelen kabilelerinden İbni Dugunne ile karşılaştığında İbni Dugunne onu himayesine aldığını ve Mekke’ye dönmesi gerektiğini belirterek, ikisi birlikte Mekke’ye dönmüşlerdir. Ancak şartlı olarak Ebû Bekir’i himayesine alan İbni Dugunne, Ebû Bekir’in açıktan açığa ibadet etmesi ve inancını yaymaya devam etmesi sebebiyle şartları yerine getirmediğini iddia ederek ona ibadetini gizli yapmasını söyledi. Bunun üzerine Ebû Bekir (ra), onun himayesine ihtiyacı olmadığını, zaten kendisine söz de vermediğini ifade ederek: “Senin himayeni sana iade ediyorum. Bana Allah’ın himayesi yeter” dedi.”
Böylece on üç yıl Mekke’de Resulullah (sav) ın yanında kalan Ebû Bekir (ra), Hz. Aişe’nin rivayetine göre, Resulullah (sav) hicret emrini alıp Ebû Bekir’e gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir sevinçten ağlamaya başlamıştı (İbni Hişam, es-Sire, II, 485).
Hz. Peygamber’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e oradan Sidretü’l Münteha’ya gittiği isra ve Mirâc hâdisesini duyan müşrikler bunu Ebû Bekir (ra) e yetiştirdikleri zaman; “O dediyse doğrudur.” demiştir. Bu sözünden sonra Ebu Bekir’e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü ve sözü doğru, itikadında şüphe olmayan anlamında, “Siddik” lâkabı verildi. Kur’an tabiriyle, “O, ne iyi arkadaştı.” (en-Nisâ, 4/69) İşte biri “Emîn” diğeri “Siddîk” o iki arkadaş beraberce Sevr dağındaki mağaraya hareket ederek hicret etmişlerdir.
Dersler ve ibretler
* Zalimin karşısında ve mazlumun yanında olmak, her Müslüman’ın şiarıdır.
* Mazlumlara el uzatabilecek durumda olan Müslüman için, bu bir zarurettir.
Kur’an-ı Kerim’in zulümle ilgili onlarca ayetini kavrayan her mümin elbette âlime karşıdır ve mazlumun yanındadır. Sıradan bir mümin için bu böyleyken, Kur’an medresesinin ilk talebeleri olan Ashabı Kiram (ra) için hayda hayda böyledir. Onların muhaciriyle, ensârıyla yazdıkları destanlar, on dört asırdır hala yolumuzu aydınlatıyor ve aydınlatmaya da devam edecektir. Onlar nice zalimleri iman kemendiyle mazlumların safına çekerek zulümlerine son verdiler. Küfürde inad eden nicelerinin de zulüm kalelerini başlarına yıkarak tuğyanlarına son verdiler. Zulümde birbirleriyle yarışan, o günkü dünyanın iki süper güçleri olan roma ve pers imparatorlukları gibi…
Bu gün onların yaktığı adalet ve özgürlük meşalesini taşıyan nice yiğitler, ümmetin baharıyla bu asrın kaç zalimini tahtlarından alaşağı ettiler. O zalimlerden biri olan Beşşar da aynı akıbete uğrayacaktır. Ancak yıllardır zalime karşı ve mazlumla beraber olmanın edebiyatını en çok yapan İran ve Nasrallah’ın haline bakınız. Zulümde “Ashabı-ı Uhdud” (kendi halkından 80 000 mazlumu ateş dolu hendeklere atıp yakan) zalimlerini geride bırakan Nusayri katillerini denizden, karadan, havadan desteklemeye devam ediyorlar.
Bunlar ve onlara aldanan nice gafiller, yıllarca ehlisünnet çizgisindeki Müslümanları; “Amerikancı, rabıtacı vb” yaftalarla karaladı durdular. Şimdi de Suriye’deki mazlumların zalimlere karşı başlattıkları kutlu kıyamlarını “Amerika’nın oyunu” diye yutturmaya çalışıyorlar. Hal bu ki Şia tarih boyu İslam ümmetine karşı, kâfirlerle işbirliği yapmıştır. Birinci haçlı savaşında Kudüs’ün haçlılara geçmesi 81 000 Müslüman’ın Mescidi Aksa avlusunda haçlılar tarafında infaz edilerek şehit edilmelerinin sebebi, Fatımilerin ihanetleridir. İslam ümmeti haçlılarla ölüm kalım savaşındayken, şii Fatımi devleti arkadan ikinci bir cephe açmıştır. Bunların bir de “büyük şeytan Amerika” “Amerika’nın gayrı meşru çocuğu İsrail” vb sloganları yok mu?…
* Dava uğrunda gerektiğinde mal, gerektiğinde canla bedel ödemek görevdir.
* Hatta gerektiğinde vatanını ve çok yakınlarını dahi aziz dava uğruna terk edebilmek…
Ebu Bekr (ra) bu sınavların tümünde zirve yapanlardandır. Bizler bu işin edebiyatını iyi yapıyoruz da pratikte sınavı geçenimiz az. Maalesef… nice fedakar yiğitleri elbette istisna ediyoruz. Ancak yanı başımızda, Beşşar’ın cuntasına, Nasrallahın milislerine, İran’ın devrim muhafızları ordusuna ve Rusya ve Çin’in gizli açık nice güçlerine karşı cihad eden yiğit kıyam erlerini, bari mallarımızla yeterince desteklemiyoruz. Ümmetin baharının devamı ve sonunda meyvelerinin devşirileceği ümmetin yazının gelmesi için Şam diyarı zalimlerden temizlenmelidir. Aksi halde ümmetin birlik ve özgürlük yarışı sekteye uğrar. Belki de bahar son bahara dönüşür de sonrasında çetin kışlar olur. Allah (cc) korusun…
* Kâfirlerin müminlere karşı her tür baskı ve sindirme çabaları hep var olagelmiştir. Meşhur tabirle: “bu gün düne ne kadar da benziyor.”
* Gereğinde kâfirlerden yardım ve himaye alınabilir. Ancak değerlerimizden taviz vermemek ve meşru ölçüler içerisinde olması şartıyla.
* İnanarak tevekkül edene, Allah (cc) kâfidir.
Aslında biz kendimizi biliyoruz bileli baskı zulüm ve sindirme hiç bitmedi ki… Belki bazen şiddet derecesi değişti ama hep devam etti. Ancak şurası da kesin ki hep zalimler kaybettiler. Mazlumlar ise hak üzere azim ve sebat ettikçe kazandılar. Dünyada özgürlük ve izzet, ahretteyse cennet ve ebedi saadet…
* Peygamberin sahabesi olmak bir yana, onunla hicrette yol arkadaşı olmak, elbette bir ayrıcalıktır.
* Sıddik unvanına hak ederek kavuşmak, başka bir ayrıcalık… Sıddıkların hayatı, satırlarımızın dar çerçevesine sığmayacak kadar ders ve ibret dolu… Devam edeceğiz inşallah.