“Arap baharı” ifadesi nakıs bir ifade… “ümmet baharı” daha yerinde… Ümmet baharı üzerine çok şeyler söylendi ve söylenmeye de devam ediliyor. Ancak bunun en garibi, bazı İslami çevrelerin, bu kıyamın durup dururken oluverdiği iddiaları. Bu iddiada bulunanlar sıradan birileri de değil. Az çok mürekkep yalamış, hatta kanaat önderi görüntüsünde olan bazı kimseler de bu koroya katılıyorlar.

Ayıptır… Yazıktır… Bir asra yakındır ümmet baharının güllerini, çınarlarını; kanları, gözyaşları ve alın terleriyle sulayan ümmetin yiğit evlatlarına hakaret ediyorsunuz. Sayısını ancak Allah (cc) ın bilebileceği yüzbinlerce şühedanın aziz ruhlarına azap ediyorsunuz. İhsanınız yok, bari gölge etmeyin. Burada sıcak yataklarımızda, yumuşak koltuklarımızda ahkam kesmek yakışmıyor.

Basit bir 28 Şubat rüzgarında Türkiye’deki en radikal, sesi en gür çıkan, “kanımız aksa da zafer İslam’ın” vb. sloganları en gür höykürenlerin nasıl da savrulduklarını ibretle seyrettik. Direniş ruhlu dedelerimizden sonra üç kuşak değişti. Direnişin edebiyatını yapan bizler, madem ümmet kıyamına katkıda bulunamıyoruz, bari birilerin karalama kampanyalarına da alet olmayalım.

Ümmetin baharı dünden bugüne oluveren bir hadise değil. Bu kıyamın temelinde nice yiğitlerin kemikleri sütun, tenleri ve kanları da harç oldu. Dilerseniz geriye dönüp biraz bakalım.

İngilizler Mısır’ı işgal ettiklerinde Askeri Hapishane adıyla büyük bir hapishane inşa ettiler.  Mısır’da bunun dışında daha birçok hapishane kurulmuştu. Fakat bunlar arasında Askeri hapishane yapılan vahşi işkencelerin sembolü olmuştur. Bu hapishanenin sırf isminin anılması bile kalplere korku salıyordu. Askeri hapishanede görev yapacak kişiler genelde fasık, facir, sert, katı kalpli ve cürüm işlemeye meyilleriyle tanınan askerlerden seçiliyordu. Sonra da onların kafaları İhvan’la ilgili yalanlarla dolduruluyordu. Bunun yanı sıra maaşlarına ek olarak işkence ikramiyeleri verilerek Müslümanlara daha fazla işkence yapmaya teşvik ediliyorlardı. Ayrıca en vahşi ve acımasızca işkence yapanlar bir üst rütbeye yükseltiliyor ve onlara ek maaşlar veriliyordu.

Hamza el-Besyuni adlı bir şahıs 1954’te, Cemal Abdünnasır döneminde askeri hapishanelerin komutanı yapıldı. Zulüm ve vahşette sınır tanımayan bu kişi zaman zaman hapisteki İhvan mensuplarına: “Haydi bana Rabbinizi getirin! Ben onu tek hücreye koyacağım” diyerek hakarette bulunurdu. Bu şahıs Abdunnasır’ın inkılabının başlarında güya temizlik operasyonları günlerinde ordudan atılmış ancak daha sonra İhvan’a işkence yapmak için uzman olarak orduya alınmıştı. İngilizlerin inşa ettikleri Askeri hapishanede ve askeri hapishaneye dönüştürülen diğer hapishanelerde 1953’ten 1976’ya kadar otomatik silahlarla, vahşi cellatların coplarıyla, Nazi ve komünistlerden ithal edilen yöntemlerle binlerce İhvan mensubu âlim ve genç şehit olmuştur.

Mısır’ın tanınmış hanım yazarlarından ve İhvan’ın da ileri gelenlerinden olan Zeynep Gazali söz konusu hapishanelerin tek kişilik hücrelerinde akıl almaz insanlık dışı işkenceler görmüş, günlerce aç ve susuz bırakılmış, üzerine eğitilmiş köpekler saldırtılmış… Gözleri önünde İhvan gençlerinden bir grup getirilerek kurban gibi ayaklarından asılarak işkence edilmişlerdir.

Seyyid Kutub 1954’te tutuklanarak askeri hapishaneye kondu. Hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanamasına maruz kaldı. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır’a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub’un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır’dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebeplerden dolayı serbest bırakıldı. Ama kendi evinde zorunlu ikamete tabi tutuldu. 1965’te tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç – dört hastalığa birden yakalanmış, yaşı da 60’a dayanmıştı. Cellatlar tam dört gün boyunca onu bağladılar, yiyecek ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde cellatlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri önünde yere döküyorlardı. Yapılan bunca işkenceye rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. 25 yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat Bekr eş-Şafii’yi getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat dayısının gözleri önünde şehid düştü. Bu yolla da Kutub’u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular. Az daha o da abisi gibi şehid olacaktı. Cellatlar bununla da yetinmeyerek Şehid Rıfat’ın annesi Nefise Kutub ile Seyyid Kutub’un diğer kız kardeşi Emine Kutub’a da dehşet verici işkenceler yaptılar. Oğlu Rıfat şehid edildikten sonra Nefise Hanım serbest bırakıldı. Kız kardeşi Emine Kutub’un tutukluluk hali ise devam etti. Daha sonra sözde mahkemeye çıkarılan Emine Kutub 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bir bölümü askeri hapishanede diğer bölümü de Kenatir cezaevinde olmak üzere toplam altı yıl dört ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Cellatlar, Seyyid Kutub’un diğer kız kardeşi Hamide Kutub aracılığıyla affedilmesi için kendisiyle ne kadar pazarlık yaptılarsa da o hiçbir pazarlığı kabul etmedi. 29 Ağustos 1966′ sabahı arkadaşları Muhammed Havvaş ve Abdulfettah İsmail ile birlikte idam edildi. Devam edeceğiz inşallah.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir