Ali Karahasanoğlu – Yeni Akit

Ateistlerin 1 Mayıs çıkmazı!

 

Allahsıza diyorduk ki, “Bir yaratıcıya inanmak, her şeyin maddeden ibaret olmadığını kabul etmek, insanın doğasında var.. Dünyaya boşu boşuna gelmedik… Bir yaratıcımız var..  Yaratılma gayemiz var..   İnanmadan yaşamak, insanın doğasına aykırı.. İnanç fıtri bir kavram. Manevi değerler, insanın doğuştan hasletleri…”

Ateist bu.. Hemen imana gelir mi.. Kibrini yenip, “Teslim oluyorum” demek, o kadar kolay mı?
Hemen itiraz eder:
“Bunlar boş şeyler.. ‘Maneviyat’mış.. ‘Yaratılmanın gayesi’ imiş.. ‘Kutsallık’mış.. Bunların hepsi, ‘ezenlerin, ezilenleri oyalaması için uydurduğu’ kavramlardır. Boşverin bu hikayeleri..”
Bununla da yetinmez, entel-dantel kavramlarla dindar insanı ezip, tahkir de ederler:  “Yobaz kafaya sahipsiniz. Yaratılış yok. Evrim var.. ‘Elimizle tutup, gözümüzle görmediğimiz şeyler’e nasıl inanıyorsunuz?  ‘Gözümüzle göremediğimiz hiçbir şey’e inanmamalıyız.. Maneviyat dediğiniz şey de ne? Var mı eliyle tutan?”
Dindarla ateist arasındaki tartışma, böyle sürer gider..
Peki kim haklı?
1 Mayıs tartışmaları ekseninde cevap verelim, kim haklı?.
Ne yaptı 1 Mayıs öncesinde, ateist vatandaşlarımız?
“İlla Taksim.. İlla Taksim.”
Cevap verdi yetkili: “Bak, güzel kardeşim. Orada çukurlar var.. Orada inşaat malzemeleri var.. Bakın gözlerinizle görüyorsunuz bunları..
Orada toplanırsanız.. Topluluk içinde küçücük bir dalgalanma ile… Cumburlop, yüzlerce insan, çukura düşersiniz… Bunların hepsi, deneysel, bilimsel gerçekler..
Gelin, 1 Mayıs’ı bu yıl Taksim’de kutlamayın, benim güzel kardeşlerim…”
Ne yaptı ateist vatandaşımız?
“Bilimsel gerçeklere göre ..” diye söze başlayıp, “Taksim” ısrarından vazgeçmesini bekledik ama.
Onlar tam aksini yaptılar..
“İlla da Taksim.. İlla da Taksim” dediler ve sonuna kadar direttiler.
Hiç kutlamamayı bile göze alarak, Taksim’e yöneldiler..
Niyeymiş?
“Taksim’in büyük anlamı var”mış?
Anlam?
What is it?
Ne ki o?
“Taksim’in hatırası var”mış..
O da ne?
“Hatıra”?..
Bu kavramlarını hepsi, inançlı insanların değerleri değil mi?
Ateist kardeşlerimiz, bu kavramlar için, “Ezilenleri daha iyi ezebilmek için uydurulmuş masallar” tanımlaması yapmıyorlar mıydı?
Ve sonunda, bir tanesi tam isabet tanımlamayı yaptı: “Taksim bizim için, Kabe’dir!”
Yani ancak bu kadar olur..
Yaratıcının emirleri anlatılırken, “Bunlar boş hikayeler” diyerek sırtını dön. Dini kavramları küçümse..
Sonra gel; sıradan insanların belirlemesi ile, kutsal kavramlar icat et! İlahlık yapmaya kalkış.. Kendi kafandan kutsallıklar üret..
Nasıl çelişki ama?
Hem küçük görür, tahkir ederler dindarları.. “Aaa, inandıkları şeylere bakın. Hangi çağdayız biz” derler..
Hem de ardından, dindarların kavramlarını, böyle taklit ederler..

Soruyorsunuz beşeri kavramları ilahlaştırmaya kalkışanlara: “Niye Taksim’de ısrar ediyorsunuz? Bakın hükümet, ‘Orda güvenlik sağlanamaz’ diyor. Aynı hükümet, size 1 Mayıs’ı bayram yapmadı mı? Aynı hükümet, geçtiğimiz yıllarda size Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlama imkanı vermedi mi? Ortada bir artniyet yok.”
Cevap veriyorlar: “Kimse bize bir lütufta bulunmadı. Biz kendi emeğimizle bunları aldık. Direnerek, gösteriler yaparak kazandık. Tırnaklarımızla kazıya kazıya haklarımızı aldık. Vermek zorunda kaldılar!”
Böylesine nankör, böylesine edepsiz, böylesine ahlaksız bir böbürlenmeye karşı ne denir?
Onların büyüklenme modunda sergiledikleri ekabirimsi açıklama tekrarlanarak şöyle cevap verilir:
“Size o imkanları hükümet vermedi de.. Siz tırnaklarınızla aldıysanız. Haydi bakalım görseydik sizi.. Tırnaklarınızla kazıyıp, niye giremediniz Taksim’e? Sıkıysa girseydiniz. Girseydiniz de görseydik boyunuzun ölçüsünü.. Niye giremediniz?”

Başörtülü Taraf yazarları veda etmişler.
Ben konuyu anlayamadım.
Niye veda ettiler?
Onları ne ilgilendiriyor, genel yayın yönetmeninin, Neşe Düzel olması veya Oral Çalışlar olması.
Onlara ne, gazetenin yayın çizgisinden?
Düne kadar, gazetenin ateizm propagandasından, evrim sözcülüğü yapmasından, çırılçıplak bayan resmi basmasından rahatsızlık duyuyorlar mıydı?
Hayır.. “Biz kendi köşemize bakarız” diyorlardı..
Peki şimdi ne değişti?
Yazılarınıza dokunan mı oldu ki, hemen bastınız istifayı?.
Yoksa, yaptığınız o eski savunmalar, “küçüklere masallar” türünden birer geçiştirme miydi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir