Ayı, Kurt ve Tilkinin Sofrasında Suriye
Ahmet Varol – Yeni Akit
Ayı, Kurt ve Tilkinin Sofrasında Suriye
Suriye’de vahşette sınır tanımayan Baas rejiminin Şam kırsalında kimyasal bombalarla gerçekleştirdiği katliamın ardından önce BM, sonra ABD sonra da Avrupa Birliği nezdinde bir “cezalandırma operasyonu” tartışmasının gündeme gelmesinin, zulmün doğrudan hedef aldığı bazı kesimleri veya böyle bir operasyonun en azından rejimi zayıflatacağı beklentisiyle olumlu yaklaşanları ümitlendirdiği bir gerçektir. Baas’ın saldırganlıkta sınır tanımayan tutumundan dolayı böyle bir beklenti içine girmiş olmaları muhtemeldir. Ancak ben şahsen yaptığım yorumlarda böyle bir saldırıyı Suriye’deki özgürlük mücadelesinin lehine görmediğim gibi ABD’nin de Beşşar sonrasıyla ilgili bir siyasi alternatif oluşturmadan buna girişmesinin çok zayıf bir ihtimal olduğunu dile getirmiştim.
Zulmün iyice tırmanması ve katliamların sınır tanımaz bir vahşetle yaygınlaşması sebebiyle şu an için ülke halkı ve bu halk için direnenler açısından tehdit oluşturan silahların bir kısmının imha edileceği beklentisiyle Beşşar’a karşı saldırı planına olumlu yaklaşanlar olduysa da İslâmî harekete mensup direniş gruplarının geneli saldırının İslâmî hareketin yararına olmayacağı yönünde açıklamalar yaptılar. Çünkü ABD’nin olaya insanî değerler açısından değil tamamen diplomatik ve siyasi çıkarlar yönünden yaklaştığını, Suriye’de İslâmî hareketin önünü açmanın da işgalci siyonistlere endişe vereceğini bildiğini, dolayısıyla onlara endişe veren bir siyasi hareketin önünde duran Beşşar’ın yerinde kalmasını tercih edeceğini biliyorlardı.
Suriye’yle ilgili olarak bugün ortaya çıkan durum bu ülkenin aynı masa etrafında toplanan ayı, kurt ve tilkinin sofrasına konduğunu gösteriyor. Eğer bir komplodan söz edeceksek bunların kendi aralarındaki ittifak ve işbirliğinden doğan komplodan söz etmeliyiz. Kimse yarım asra yakın süredir Baas zulmüne maruz kalan halkın hak ve özgürlük mücadelesinin komplonun bir parçası olduğunu iddia etmeye kalkışmasın. Böyle bir iddiada bulunanlar asıl kendileri oyunun ve komplonun parçası haline gelmiş oluyorlar. Komplonun unsurları karşıt cephelerde görünüp aynı sofranın etrafında birleşen, ortak planlar geliştiren ve çıkar paylaşımı yapan güçlerdir.
Şimdi mesele getirilip bir kimyasal silah tehdidine indirgendi ve Baas rejiminin elindeki kimyasal silahları BM’ye veya uluslararası güçlere teslim etmesi durumunda elindeki klasik silahlarla katliamları sürdürme hakkının olabileceği anlayışına oturtulan formül üzerinde ittifak sağlandı. Bu ittifak temelde Baas rejimini “meşru ve geçerli” ona karşı sürdürülen hak mücadelesini ise “meşru olmayan isyan” konumuna sokma ön yargısını zihinlere yerleştirme amaçlı propagandanın da zeminini oluşturmayı hedefliyor.
ABD mevcut şartlarda Beşşar’ın gücünü zayıflatmaktan yana değil, çünkü siyasi arenada bir alternatifi yok. Bu durumda Beşşar’ın gücünün zayıflatılmasının ülkedeki İslâmi hareketin işine yarayacağı endişesi taşıyor. Beşşar’ın silahlarını imha amaçlı saldırıda direniş gruplarının ileri gelenlerini de “el-Kaide” ithamıyla tasfiye amaçlı planı gündeme getirildi. Ama Beşşar sonrası için siyasi alternatif oluşturulamaması durumunda böyle bir tasfiye planının ne derece başarılı olabileceği ve ne kadar işe yarayacağı konusunda şüpheler oluştu. Çünkü şimdilik Suriye’de Sisi’nin görevini icra eden Beşşar’ın zayıflatılması durumunda onu zaten sürekli sıkıştıran karşıt güçlerin kontrol altına alınamaması ihtimali doğacaktı.
Baas’ın elindeki kimyasal silahların teslimi konusunda sağlanacak ittifakla bu silahlardan kaynaklanan tehlikenin ortadan kalkmış olacağı da söylenemez. Çünkü Baas’ın anlaşmaya bağlı kalma ahlâkıyla hareket ederek elindeki tüm kimyasal silahları teslim etmesi beklenemez. Sahip olduğu silahların tümünün kısa süre içinde ortaya çıkarılıp denetim altına alınmasını da bekleyemeyiz. Henüz bu silahların denetim altına alınması amaçlı bir anlaşmanın olmadığı ve araştırmanın başlamadığı dönemde yaptığı katliamı karşı tarafa yükleme arsızlığından çekinmeyen bir Baas’ın ve destekçilerinin, yarın bir yerlere sakladıkları silahlarla benzer bir katliam yapıp da “artık elimizde silah yok” bahanesinin arkasına sığınarak suçu başkalarının üzerine atmayacaklarından emin olabilir miyiz?